İlim Sahiplerini Gıybete Sürükleyen Üç Sebep

Yayınlandı: 08/02/2009 / Tasavvuf
Etiketler:

(…) Allah için kızmak da ilim ehlini gıybete sürükleyen sebeplerdendir…

(…) Hakikaten müslümanların birçoğu zanneder ki, taaccüp, acımak ve kızmak Allah için olursa, isim söylemekte bir mahzur yoktur. Bu kanaat, tamamen yanlıştır…

*  *  *  *  *  *

Bu üç tanesi, gıybete götüren sebeplerin en derini ve en incesidir. Çünkü bunlar bir takım şerlerdir ki, şeytan bu şerleri hayırlar içersinde saklamıştır. Şeytan burada, hayırlarla şerleri birbirine karıştırmıştır.

1. İslam’a uymayan bir hale ve din mevzuunda işlenilen bir hataya karşı duyulan hayret ve taaccüp, ilim ehlini gıybete sürükleyen sebeplerdendir. Mesala şöyle der:
“Şu adamda gördüğüm hallere hayret ediyorum.” Bunu söyleyen sözünde doğru olabilir. Hayreti de, İslami ölçülere uymayan bir halden dolayı olması mümkündür. Lakin taacüp ve hayret etmek hakkıdır. Amma ismini anması hakkı değildir. Şeytan, hayretini izhar etmek hususunda hata sahibinin ismini anmayı ona lüzumlu gösterir. Farkına varmayan, gıybetini yapmış ve günaha girmiş olur.

Bu kimsenin şu şekilde konuşması da bu çeşit gıybettendir: “Ben şu adama hayret ediyorum, gayesi çirkin olduğu halde onu nasıl seviyor? Falanca cahil olduğu halde nasıl oluyor da onunla oturup kalkıyor?”

2. İlim ehlini gıybete götüren sebeplerden birisi de, acımaktır. Bir müslümanın müptela olduğu musibetten dolayı gamlanır, kederlenir ve şöyle söylemeye başlar:
“Biçarenin vaziyeti ve başına gelen felaketler beni çok üzdü.”
Üzülme ve kederlenme davasında samimi olur. Fakat gamlanması, ismini anmaktan sakınmasını unutturur. Böylece ismini anar. Gıybete düşer. Gamlanması ve acıması hayır olur. Taaccübü de böyledir. Fakat şeytan onu hiç ummadığı taraftan avlar, şer olan gıybete sürükler. Halbuki ismini hiç anmadan da kederlenmesi ve acıması mümkündür. Fakat şeytan, acımasının ve kederlenmesinin sevabını silmek için ismini anmaya teşvik eder.

3. Allah için kızmak da ilim ehlini gıybete sürükleyen sebeplerdendir.
Bir insanın yaptığı kötü işi gördüğü veya işittiği zaman kızar. Gazabını izhar eder ve ismini anar. Dinen ve vacip olan, “emr-i bilmaru ve nehy- i anil münker” yapmak suretiyle gazabını izhar etmektir. Yani, İslam’a uymayan fiilini bizzat yüzüne söylemeli ve o işten vazgeçirmeye çalışması lazımdır. Bunu yapmıyorsa ismini de anmaz, yaptığı çirkin fiili de ona buna söylemeye kalkmaz.

Gıybete sürükleyen bu üç sebebi ulemanın bile her zaman anlaması pek kolay değildir. Kaldı ki avam kısmı…
Hakikaten müslümanların birçoğu zanneder ki, taaccüp, acımak ve kızmak Allah için olursa, isim söylemekte bir mahzur yoktur. Bu kanaat, tamamen yanlıştır. İleride açıklanacağı üzere, gıybet bazı zaruretler karşısında mubah olur. (Yorumsuz Blog notu: İleride bu konudaki bölüm de yayımlanacaktır.) Ruhsat tanınan zaruretlerin dışında gıybet hiç bir şekilde caiz olamaz…

Alıntı Kaynağı:
Eser: Gıybet, Yazar: İmam-ı Gazali

Çeviren: Yahya Alkın
Ailem yayınları, İstanbul 2007

www.yorumsuzblog.org

yorum
  1. sıfır dedi ki:

    Yolda ki tuzaklar o kadar çok ki… Yüce Allah’ın esirgedikleri hariç bulaşmamak, düşmemek elde değil… Dua ve himmetle ey yarenler… Bizi de alın kervana…

  2. veysel dedi ki:

    Şaşkınlığımın sürüklediği sel sularının ardından varacağım yer okyanus.

    Her acımaklı olduğum anda, acımaklı hikayelerle donatılmış olan ömrümde gözyaşlarımı tutamasam da, acıdığım kim ki de acıma duygularımı kabartıp durmakta?
    Ben hata(lar) için ve hataların tam orta yerinde en şiddetli fırtınalarla yaşamak durumunda bırakıldığımda, etrafımda gördüğüm tüm kimliklerin BİR tek sahibinin olduğunu aklımda nasıl tutabilirim ki, bu kör cahilliğimin içinde ve elimde yokken HİÇ birşey?

    Yok acımak hayatta, diye bir sözüm vardı bir ara, ama bu şu anda yaşamakta olduğum kozalı hayatım için geçerli değil, olamaz da. Çünkü kozamın kalın surları, ne zaman ki delerek ya da yıkarak ya da tüm şiddetinle parçalayarak yok edip özgürlüğümü GÖREBİLİRSEM, o zaman ANLARIM ki geride bıraktığım her şeyin aslında yanlızca yaşanılması gerekip de yaşanılmış olduğudur. Ki bu idrakın ya da olgunluğun oluşabilmesi için gerekliliğinin anlaşılması gerekir. (Bir damlanın yok sınırından, et kemik aşamasına gelmesi gibi.)

    Birinin (!) başına gelenlerin üzücülük değerinde olması, bu halde hem üzülenin hem de üzüntülü hale düşenin aralarında ve ayrıca yaşadıkların düşünsel duygulanımlardan almaları gereken feyz ile amaçları istikametinde kolaylaştırılmış fiiller sergilemeleri sağlanmıştır belkide.
    Tasavvufla ilgilenmek, kendinde oluşan bir takım farklı düşünüşlerin nedenini sorgulamakla başlayıp, aynı zamanda etrafında olup biten ya da akıp giden hayat tarzının dışında kalmak isteği duymak veya bunu benimseyemeyip kandini toplum dışı bırakmakla başlar.
    Olaya günümüzde o kadar çok farklı açılardan bakılıyorki, zaten acabalarla dolup taşan insanların bu alana yönelişlerinde karşılaştıkları düşünce inanç ve gruplaşma modeli değişikliklerinden ötürü şaşkınlaşarak içine girdikleri mülhime nefsin değişkenlik özelliği ile de daha yolun başında kaybetmişleri oynamaktalar. “Bu yolda nice başlar kesilir de soran olmaz,” hesabı.

    Herşey bir yana gıybet konusunun aslında bir türlü anlaşılamayan o kadar çok şekli var ki. İstemeden aklımıza düşen ve aslında düşünülmemesi gereken fikirlerin dahi bize nelere mal olduğunu bilemeyiz. Verdiğimiz savaş, kendi ben’imizden yine bizde olan özben’imize rücunun hakıkat yollu olmasını istemektir.
    Çekilen acıların son bulması, aklımıza sürekli anlamda lanse edilip te bir türlü kabullenmek istemediğimiz -ki düşünsel yapımıza (anlayışımıza-inanışımıza) ters düşen fikirlerdir bunlar- fikirlerden kurtularak (korunma yollu), düşünmek istediğimiz gibi düşünmeye, görmek istediğimiz gibi görmeye ve inandığımız kutsal değerleri gerçek anlamda yaşamaya başlamaktır.
    Dileyelim RABBİMİZ bunu bize kolaylaştırmış ve TAKDİR etmş olsun.
    Selam yaşamımız olsun