Yaşam Bizi Nereye Taşıyor?

Yayınlandı: 09/03/2010 / Holistik İnsan, Psikiyatri
Etiketler:, , , , , ,

yasamYaşamın geri vitesi yok; sadece ileriye hareket ediyor. Yaşam hiçbir şekilde “geçmişte bir yerlerde” takılıp kalmıyor, kimseyi durup beklemiyor, gelişiyor. Peki, gelişim nasıl bir süreçtir?

Gelişim, evrensel (kozmik) veya bireysel düzlemde yapılacak bir eylemin sonucu değildir. O, kendi temposu ve ritmini takip eden bir hadisedir.

Ruhsal/manevi spiritüel gelişim, bilincin gelişmesinden başka bir şey değildir.

Bilincin kendine gelmesidir; yani bizim dilek ve düşüncelerimizi takip eden bir hareket değildir; tersine bilincin kendi hareketidir. O kendi kendine gelişir. Bizler de bu gelişimin bir parçasıyız. Eksikliğini hissettiğimiz şey, daha hızlı ve büyük bir gelişim ya da daha iyi bir bilinç değil. Aslında ihtiyacımız olan ve genelde bizde eksik olan şey, bizi çevreleyen ve içimize etki eden o gerçekle uyum içerisinde olmamamızdır.

“RUHSAL GELİŞİM PSİKOTERAPİSİ” HİZMETİNDEKİ “AİLE DİZİMLERİ”

Aile dizimleri içsel gelişime hizmet eder. Kişileri, bir şekilde (travmalar) takılı kaldıkları “önce”lerinden sıyırarak, bugüne, yaşamın zamanına, bu “an“a taşır. Bunu yaparken insanın her türlü yaşanmışlığına; isyana, başkaldırıya, Hayır’a, kısacası yaşamın tüm hareketlerine içinde bir yer verir. Aile dizimleri aynı zamanda içinde, geleceğin geçmişe tevazu dolu üstünlüğünü barındırmalı yani an’a, geleceğe kısaca yaşama bir yatırım olarak algılanmalıdır.

İnsanın en büyük travması, “başka türlü de olabilirdi” imkansızına sarılmasıdır. Aile dizimleri, bu imkansızlığı tüm açıklığıyla kişinin gözleri önüne serer. Açık yürekle bakılarak, arzu edilen dünyadan gerçek dünyaya gelinir. Yaşamda olan hiçbir şey anlamsız ve gerekçesiz değildir.

Hangi aile içine doğacağımız ve ne zaman öleceğimiz gibi yaşamın iki temelini, yani başlangıcı ve sonunu bizler seçmiyoruz. Bir aileye, daha doğrusu bir aile matrisinin içine, kadere doğuyoruz. (Aile matrisi; içine doğduğumuz ailede kan bağı ile bağlı olduğumuz insanlar ve onlara ait yaşamda var olan ilişkiler ve yaşanmışlıkların bütünüdür.) Bizler özde önce bir aile matrisine, ama bütünde çok daha büyük olana YAŞAM’a aidiz.
Yaşamın bütünü ise, ne grubun ne de tek tek bireylerin istek ve talepleri ile ilgilidir. O bir hakikattir. O bir insan yapısı ve sistem değildir. İnsanlar sistemler oluşturabilirler ama bütünlük oluşturamazlar. Bütünlük bilgecedir ve var olmak gibidir. Bütünün içinde hiçbir şey kaybolmaz ve yaşanmamış, olmamış gibi yapılamaz. Bu yüzden aileye ya da başka bir gruba aidiyetimiz; ne dilediğimizden, ne kadar yaşadığımızdan, nasıl yaşadığımızdan, neler yaptığımızdan ya da başımızdan geçen herhangi bir şeyin güzel veya berbat olmasından bağımsızdır.

Mehmet Zararsızoğlu

Kendini Yaşamda Görmek
Aile Kaderimiz Dizimlerde Kendini Gösteriyor

“Karmaşa veya kilitlenme” dediğimiz şey, kavram olarak yeni olmamakla beraber, çağdaş psikoterapiye yeni alınmıştır: İstemeden ve hatta hiç bilmeden, ailemizdeki başka kişilerin hislerini, davranış tarzlarını ve kaderlerini devralmamız? Bu nasıl gerçekleşir?.. Eğer ailede birisi dışlanır, unutulur, yok sayılırsa, bu kişi daha sonraki nesillerde gelen biri tarafından temsil edilir. Bu temsilci takip ettiği kişiye öyle sıkı bir bağ ile bağlıdır ki, bilinç dışı bir şekilde ona çok benzer bir hayat sürer. Onun gibi hissedip, onun gibi davranır.

Sistem teorisi bu durumda şöyle der: Sistem, bütünlüğünü bu şekilde yeniden tesis etmeye çalışıyor. Ama burada sistemden daha büyük olan bir şey söz konusudur. Gerçekte bütünlük her zaman mevcuttur, yalnızca bilincimiz onu gerçek olarak almak istemez. Bu anlamda ruhsal gelişimci yaklaşım; geçmiş nesillerin kaderlerine bağlı olmayı kötü ve kurtulması gereken bir durum gibi görmez, aksine bunu bilincimizin büyümesine, gelişmesine yardımcı bir süreç olarak algılar. Kadere, bir terapi hamlesi ile düzeltilecek bir şey olarak değil, aksine algılanması, görülmesi ve ne anlatmaya çalıştığı anlaşılması gereken bir düzen şeklinde yaklaşır.

Yaşam bize kendini bu şekilde basit ancak her zaman koruduğu bütünlük ve bölünmezliği ile hatırlatır. Bütünü ve bölünmezliği hatırladığımızda, içselleştirdiğimizde, kendimiz de bütün oluruz. Bir düşünün! Karmaşa ve kilitlenme derken bile farkında olmadan bir yorum yapıyoruz: Kilitlenmeler “kötü” ve mutlaka çözülmesi gereken olaylardır herkes için. Kilitlenmeleri çözmek adına verilen tüm çabalar, aslında yaşam sürecinde kişileri büyük bir güç kaybına uğratmaktadır. Oysa gerçekleştirdiğim sayısız tedaviler sonucunda durumu şöyle özetleyebilirim: Ait olduğumuz bir aile matrisi ve o matristeki yaşanmışlıklar var; ve tüm bunlar “iyi ve kötü”den bağımsız, sadece yaşanabildiği hali ile var olan yaşanmışlıklardır. Kişi, aileden, soydan gelen ağırlığı görüp, yaşam realitesiyle hareket ederek “olanı” kabullendiğinde, yaşam ona çok daha CÖMERT olmaktadır. Terapistin görevi de “yürek açıklığı” ile kişiyi (danışanı) içinde takılı kaldığı bilinç evresinden görüp ve yaşamın buyurduğu bilinç evresinde var olabilme cesaretini göstermelerine destek olmaktır. Bir terapist daha fazlasını yapmamalıdır; özde yapamıyor da zaten.

Kaderlerin nesiller boyu birbirine bağlılığına, iç içe geçmiş olmasına bakış ve dizimler esnasında bunları anlayabilme, bunlardan çözümler üretebilme olanağı, psikoterapiyi ve danışmanlığı tayin edici bir şekilde zenginleştirmektedir. Dizimlerin yaşamın kilit noktalarını, farkında olmadığımız gerçeklerini, üzerimize aldığımız ve taşıdığımız acıları gösteren dinamizmi, kendi gördüğümüz yaşam fotoğrafımızdan çıkış noktaları bulmamıza olanak sağlamaktadır. Dizim çalışmalarının dünya çapındaki bilinen olağanüstü etkisi ise, psikoterapi için büyük bir şans ve bir armağandır: Temsilcinin algılaması fenomeni. Aile dizimi terapisinde, dizimi gerçekleştiren uzman kişinin seçtiği temsilciler, hakkında çok az şey bildikleri (ya da hiç bilmedikleri) bir kişinin duygu ve davranışlarını aktarabilmektedirler. Temsilcilerin kendilerine tamamen yabancı olan insanların hislerini, davranış tarzlarını ve kaderlerini şaşılacak kadar aslına uygun yansıtabilmeleri, çok farklı dizimciler tarafından gerçekleştirilen sayısız dizimler boyunca çekiciliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir.

Bilinç Evreleri
22 yıllık psikoterapi tecrübemde, akla gelebilecek her tür sorunda, her defasında dönüp dolaşıp “bilincin bir problemini” görüyorum; asla varoluşun değil. Varoluş özünde çok yalın, sade. Kim ki ona kendini bütünüyle bırakabilmişse, çok yalın ve akan bir yaşam sürebiliyor. Kişi ile varoluşun arasına giren ve problemleri yaratanın hep bilinç olduğunu görüyorum. Bilinçte oluşan ve orada varlığını sürdüren bu problem, hastalık veya sağlık, fakirlik veya zenginlik, yaşam ya da ölüm olarak karşımıza çıkıyor.

Yaşamda içinden geçtiğimiz 7 bilinç evresi bulunuyor.

1. Birlik Bilinci – Fetüs – Ana Rahmi
2. Grup Bilinci – Çocukluk – Aile
3. Benlik Bilinci – Ergenlik – Akran (peer grup) Grubu ve Aile
4. Bağlılık Bilinci – Genç Yetişkin – Kendi Kurduğumuz Aile ve Diğer Tüm Sistemler
5. Gönderim Bilinci – Olgun, Yetişkin – Aile ve Dünya
6. Bütünlük Bilinci – Yaşlılık – Tüm Yaşam
7. Herşeyin Bilinci – Ölüm – Herşey ve Zihin Ötesi

Her bilinç evresi bir basamak gibi ve her evrenin bizden ve yaşamdan beklentileri var. İlk bilinç evremiz anne karnında başlıyor. İstenen bir bebek miyiz, yoksa anne ve baba bizi istemiyor mu? Ya da örneğin hamileliği altıncı ayı olmuş ve anne hala bizim varlığımızı hissedememiş? Bebek anne karnında nasıl bir ruhsal ve fizyolojik şartlarda büyüyor? Ve doğum, ilk kopuş? Nasıl bir doğum oldu, zor bir doğum muydu? Tüm bunlar, yaşamımızın ilerleyen aşamalarında ruhsal ve bedensel gelişimimizi önemli ölçüde etkiliyen unsurlar.

İkinci bilinç evremiz 10 yaşlarına kadar sürüyor. 3 yaşından sonra aile dışındaki sistemlere açılıyoruz ve bu evre ergenliğimize kadar devam ediyor. Yine bu evrede de çocuğun yaşadıkları (düşme, kaza, travma vs.), diğer evrelerde peşinden geliyor. Daha sonra gelen ergenlik bilincinde, BEN duygusu baskın. Anne-baba, çocuğun isyankar duygularına alan açabilirse, ergenlik dönemi sağlıklı bir şekilde tamamlanıyor. Oysa ailenin çocuğu sürekli kısıtlayarak, kendi ailelerinden getirdikleri bazı yanlış davranış kalıplarıyla çocuk üzerinde baskı kurulması, kişiyi 3. evrede takılı bırakıyor. Dördüncü bilinç evresi, tümüyle aileden koptuğumuz (yürekten bir kopuş değil), kendi sistemimizi kurduğumuz (aile) bir süreç. Sonrasında, hayattan aldıklarımızı diğerlerine aktarmaya başladığımız olgun yetişkin evremiz başlıyor. En son evreler ise yaşlılık ve ölüm evreleri.

Her bilinç evremizin kendine özgü zamanı, bir dünya görüşü, gerçekleri, tercihleri, öğrenim hızı ve adımları, o döneme özgü problemleri vardır. Aile matrisinde veya hayatta olduğumuz kesitte ortaya çıkan sorunlarımız, genellikle yukarıda belirttiğim ilk üç bilinç evresinden birinde takılı kalmamız sonucu oluşmaktadır. İlla ki, yaşamın bize öngördüğü bilinç evresinde olmalıyız; ilerisinde ya da gerisinde asla değil. Yaşamsal evreler, zaman içinde bir takım bağların kopup yenilerinin oluştuğu bir süreç. Yaşadığımız herhangi bir olay nedeniyle herhangi bir evrede takılı kalmamız, olmamız gereken evrede yeni bağlar kurmamızı engelliyor. Geldiğimiz yaşla olduğumuz yaş birbirinden ayrılıyor. Böylelikle arada derede bir yaşam sürüyoruz ve sorunlar baş gösteriyor. Ne geçmişe gidebiliyoruz ne de şimdide olabiliyoruz. Oysa yapılması gereken her bir bilinç evresinin hakkını vermektir. Çocukken çocuk, gençken genç, yetişkinken yetişkin, olgunken olgun olmak. Çünkü yaşam bize mutluluk, sağlık, bereket vs. sunmak için, bizden de her evrenin hakkını yerine getirmemizi istiyor.

Terapiye gelenlerin büyük çoğunluğunun, genç veya olgun-erişkin bir dönemde olmaları gerektiği halde genellikle çocuk veya ergen bilinci ile yaşam sürdürmeye çalıştıklarını gözlemliyorum. Diğer önemli bir gözlemim de, yardımcı konumundaki birçok terapistin, hasta veya danışanları ile paradoks bir benzerlik içerisinde oldukları ve genelde, ergen bazen de çocukluk bilinci ile görev yaptıkları yönündedir.

Tıpkı insan hayatındaki evreler gibi, aile dizimlerinde de gelişimin devam etmesi,
(bkz. Aile Dizimlerinin Gelişimi ve Değişimi) bu sürecin de her zaman için ruhsal gelişim psikoterapisi temelinde ilerlemesi gerektiğini düşünüyorum.

Mehmet Zararsızoğlu

http://www.tsde.org/

YORUMSUZ BLOG

www.yorumsuzblog.org

Yorumlar kapalı.